Her sene böyle yapıyorsun, habersizce gelip, bir ay boyunca biz inananlara on bir ay boyunca tatmadıklarımızı tattırıp, bizi kendine alıştırıp, sonra da gidiyorsun.
Çok üzüldüğümüzü görünce de, "bu kadar üzülmeyin, söz veriyorum, seneye bir daha geleceğim" diyorsun, sen muhakkak geleceksin de biz seneye sana gelebilecek miyiz ey Ramazan?
Ne kadar seni tuttuğumuzu düşünsek de; aslında seni tam anlamıyla tutmaktan uzağız hepimiz, tam anlamıyla tutabilsek seni, gitmezdin en sonunda. Aslında biz seni değil, sen bizi tutuyorsun ey oruç! Gözümüzü tutuyorsun, "harama bakma" diyerek, sözümü tutuyorsun "kardeşinin gıybetini yapma, yalan söyleme, israf-ı kelam etme" diyerek. Bizi tutan sensin ey oruç!
Ne kadar büyük bir nimetsin sen kalpleri mühürlenmemiş olanlar için, ne kadar büyük bir ihsansın! Çoğumuz sen geldiğin zaman dünyanın faniliğinin gerçek anlamda idrakine varıyoruz. Adeta, "ey insan, ey dünya oyuncağıyla avunan ve mutlu olduğu (olacağı) vehmine kapılan yolcu, bil ki burası bir misafirhanedir, imtihan meydanıdır, buradaki hallerine göre halleneceksin sonsuzlukta" diyorsun bizlere. Seni ne kadar duyabiliyoruz veya duyduklarımızı ne kadar yaşantımıza tatbik ediyoruz, inan ki bilmiyorum. Öyle güzelsin ki, hiçbir fani dilberde sendeki güzelliği bulamadık. Lakin sana bir fani güzele âşık olabildiğimiz kadar âşık olamadığımız için kendimizden utanıyoruz, affet bizi ey oruç! Ama inanıyoruz ki sana olan aşksızlığımızın farkında olmamız da bir merhaledir. Ve umut ediyoruz ki "son gün" gelmeden, inananlar olarak sana hakkıyla âşık olmayı başaracağız. Böyle bir istidadımız var çünkü ey oruç!
Gecelerimiz seninle aydın oluyor, sahura kalktığında seccadelerine koşanlar, sadece gecelerini değil, kabirlerini de aydınlatıyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder